Oslo’da yaşayan Andreas Doppler ormanda bir bisiklet kazası
geçirir ve bu kazadan sonra hayatındaki birçok şey değişir. Modern hayatın artırdığı
sorumlulukların, başarı hırsının olmadığı; mümkün olduğunca insanlardan uzak olacağı,
bir şey yapmayacağı bir hayat ister.
‘’İnsanlardan hoşlanmıyorum.
Yaptıklarından hoşlanmıyorum. Temsil ettiklerinden hoşlanmıyorum. Söylediklerinden hoşlanmıyorum. ‘’
‘’Diğer taratan, kendimi yalnızlığa alıştırıyorum, yalnızlıkla birlikte yaşamaya.’’
Kazadan sonra Doppler, eşi ve çocuklarıyla birlikte yaşadığı
evden birkaç kilometre uzaklıkta bulunan bir ormana yerleşir. Bir yavru geyiğin
annesini avlar. Sonrasında yavru geyiğin kendisinin etrafında dolanmasından
ve kendisini seyretmesinden rahatsız olur. Bir süre sonra avlanmak için hazırlanır
ancak yavru geyik kaçar. Daha sonra yavru geyik geri döner, o gece aynı çadırda uyurlar ve
insanlarda bulamadığı samimiyeti, yakınlığı yavru geyikte bulur.
‘’Gece çadırda onunla birlikte uyuduk. Şaşırtıcı bir şekilde ısınmama çok faydası oldu. Gecenin büyük bir kısmında onu yastık niyetine kullandım, sabah uyandığımda da öylece yatmaya devam ettik; insanlarla pek yaşamadığım türden bir samimiyet ve yakınlıkla birbirimizin gözlerinin içine baktık.’’
Artık, daha sonra Bongo ismini vereceği yavru geyikle birlikte yaşamaya başlar. Bongo’nun annesinin etinin bir kısmını kendisi yer, bir kısmını da takas için kullanır. Doppler takası, satın almaya tercih eder ve dünyanın geleceğinin buna bağlı olduğunu düşünür. Geyik etini bir torba dolusu meyve ve her gün içtiği bir litre yağsız süt gibi ürünlerle takas eder.
‘’…Gündemin son maddesi olarak, görüşlerimizi belirttiğimiz
kısma gelindiğinde takas ekonomisinin müfredata alınması gerektiğini söylüyorum.
Gençler, her şeyi satın almak yerine eşya ve hizmet takasına özendirilmeli. ‘Dünyanın
geleceği buna bağlı. Dünya insanlara ait değil, insanlar dünyaya ait’…’’
...
Herkes değilse bile muhtemelen pek çok kişi hayatında yalnızca bir kez de olsa gündelik yaşamın telaşından, insanlardan, üstesinden gelemeyeceğini düşündüğü sorumluluklarından uzaklaşmak istemiştir. Doppler, Erlend Loe’nin kaleme aldığı ve Dilek Başak’ın dilimize çevirdiği, oldukça akıcı olduğunu düşündüğüm bir kitap. Yazar, Doppler’in düşüncelerini okuyucunun da anlayabileceği bir açıklıkla paylaşmış ve yazarın kullandığı doğa tasvirleri de bu anlatımı güçlendirmiş. Doppler'in oğlu Greegus ve Doppler ile ilk kez ormanda karşılaşan ve ormanda yaşama fikrine en başta soğuk bakan ancak Doppler'in düşüncelerini dinledikten bir süre sonra ormana taşınmaya karar veren ''sağcı'' Bosse de ormanda yaşama fikrini zamanla daha kabul edilebilir bulur ve bunu denerler. Doppler; oğlu Gregus ve yavru geyik Bongo ile birlikte yaşamaktan mutludur ama Bosse'nin gelmesiyle birlikte aslında hedeflediği yalnız yaşama ve hiçbir şey yapmama isteklerini gerçekleştiremediğini düşündüğünden Bosse'nin ormana, üstelik onların çadırına yakın bir bölgeye taşınmasından pek memnun olmaz. Ayrıca Doppler ile çok iyi bir şekilde tanıştıklarını söyleyemesek de daha sonra Doppler'in iyi bir dost olarak gördüğü Düsseldorf da ormanda yaşamayı deneyimler. Aslında yaşınız, hayat görüşünüz, içinde bulunduğunuz imkanlar pek fark etmeksizin bu şekilde insanlardan uzaklaşıp kendinize yaklaştığınızı söylemek de mümkün olabilir ve belki de tüm bu kişiler bunu fark edip ''medeniyet''ten, insanlardan uzak şekilde ormanda yaşamak isterler. Bu kitap, kimi zaman benlik arayışının, kendimizle baş başa kalma isteğinin; başarı, para, güç, aile gibi değerlere daha baskın gelebildiğini görmemi ve okurken hem birçok konuda düşünmemi hem de bazı yerlerde tebessüm etmemi sağladı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder